
Bir sözlü tarih denemesi olan Hürmüz, Balkanlı bir ailenin ondokuz ve yirminci yüzyılda ön cephede savaş ve göçle süren gerçek yaşam mücadelesi, okuyucuyu hikayenin içine almakta zorlanmıyor.
Port Said' miş gelmiş olduğum yer. İçimi anlatılması güç bir heyecan kaplamıştı.Sanki memlekete gelmiş gibiydim. Aşağı bakıyorum güverteden, acayip birkoşuşturmaca vardı. Bu arada bizi gemiden aşağı indirdiler. Bir alana getirdiler.Sıralandık. Bir İngiliz subayı, yüksekçe bir yere tünedi. Bizlere hitap etmeyebaşladı.Üzüntülü bir konuşma yaptı. Sanki bizlerden özür diliyordu. Bu arada da,İngiltere'ye gitmek isteyenler varsadedi aynı o ses tonuyla,
kapımız açıktır. İstanbul'a gitmek isteyenlere de Güle güle diyoruz!kimi arkadaşlarımız İngiltere'yi tercih ettiler. Hazin bir ayrılıştı bu. Onlar o tarafa,bizler de bu tarafa, İstanbul’ a.Az ötede ve başka bir limanda, Gülcemal vapuru tüm ihtişamıyla, sanki bizlere elediyordu. Öteki arkadaşları bilmem ama, kendimi düşle/gerçek arasında gidipgelen bir salıncakta buldum. Akdeniz'i aştık mı, aileme, dostlara kavuşmak; obüyük hasretlik artık sona erecekti. Düşlerin ve gizemin kenti İstanbul'a varmak,büyük telaş ve heyecanla kavuşmak duygusu?Gülcemal, Akdeniz'in çalkantılı sularında ilerlerken, acaba, kimleri taşıdığınıbiliyor muydu?